- 23 Ocak 2022
- Yorumlar (0)
Internet’in ve daha genel anlamda dijital teknolojilerin yaygınlaşması gelenekselleşmiş birçok ekonomik sektörü temelden sarstı. Bu değişimden özellikle üçüncü tarafların ürettiği mal ve hizmetleri tüketicilerle buluşturan ve dolayısıyla iş modeli aracılık yapmaya dayalı sektörler daha yakından etkilendi. Zira Internet sayesinde tüketiciler üreticiler ile doğrudan ve her an buluşabilir hale geldiler.
Internet’in ve daha genel anlamda dijital teknolojilerin yaygınlaşması gelenekselleşmiş birçok ekonomik sektörü temelden sarstı. Bu değişimden özellikle üçüncü tarafların ürettiği mal ve hizmetleri tüketicilerle buluşturan ve dolayısıyla iş modeli aracılık yapmaya dayalı sektörler daha yakından etkilendi. Zira Internet sayesinde tüketiciler üreticiler ile doğrudan ve her an buluşabilir hale geldiler.
Bu doğrultuda aracısızlaşan bir diğer alan da bütün demokrasiler için kritik önem taşıyan enformasyon alanı oldu. Artık birçok insan günlük gelişmelere dair haberleri televizyondan olduğu kadar internetten de alıyor ve dolayısıyla toplum enformasyon ihtiyacını gittikçe dijital alandaki mecralardan karşılıyor. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın anket verisine bakılacak olursa, ülkemizde de benzer bir eğilim var. Twitter (%20), Facebook (%14.5) ve Youtube (%17.7) gibi dijital ve sosyal medya platformlarının haber tüketimi için tercih edilme oranının toplamı Haber Sitelerini (% 40.9) geçmiş durumda. Genç kuşağa baktığımızda bu fark daha da açılıyor. 18-24 yaş arası kesimde Haber Sitelerini tercih edenler %30’da kalırken, dijital platformları tercih edenlerin oranı % 71’e ulaşıyor.
Enformasyona erişimin bu şekilde aracısızlaşması bir yandan medya çoğulculuğuna ve haber çeşitliliğinin zenginleşmesine katkı yaparken, bir yandan da geleneksel medyalar için hep gündeme gelmiş olan dezenformasyon ve yalan haber konusunu yeniden ön plana taşıdı. Zira daha genel anlamda baktığımızda, bilgi ekosisteminin bozulması demokrasiler için önemli bir tehdit. Zira demokrasinin bir yönetim biçimi olarak yaşayabilmesi, vatandaşların güvenilir bilgiye erişimine ve şiddet içermeyen fikir alışverişinde bulunabilmelerine bağlıdır. Enformasyon ekosisteminin kirlenmesi bağımsız basından yargıya ve hukukun üstünlüğüne, sivil haklardan özgür ve adil seçimlere kadar demokrasinin kilit kurumları ve süreçlerini tehdit etmekte. Kaldı ki bu zaafiyetin ışığında, seçimleri ve demokratik kurumları kolayca ve ucuza etkileyebilen yabancı devletler ve devlet dışı aktörlerin varlığı, ulusal güvenliği de risk altında bırakmakta.
Dolayısıyla her teknoloji için olduğu gibi, dijital teknolojilerin enformasyon ekosistemi bağlamında kötüye kullanımlarının engellenmesi artık birçok ülkede siyasi gündeme taşınan bir konu oldu. Bunun için tabiatıyla bu kötüye kullanım halinin bir tanımı gerekiyordu. “Yalan haber”, “dezenformasyon”, “yanlış enformasyon” gibi birçok anahtar kelime birbirini de ikame edecek şekilde kullanılır hale geldi. Ama bir ortak tanıma ihtiyaç duyulduğu noktada Avrupa Komisyonu’nun “ekonomik kazanç veya kasıtlı olarak halkı aldatmak amacıyla oluşturulan, sunulan ve yayılan ve kamuya zarar verebilecek açıkça yanlış veya yanıltıcı bilgi” olarak tanımladığı dezenformasyon kavramını esas almak yararlı olacaktır.
Aslında yazılı tarihin en başından bu yana medeniyetimizin bir parçası olan bu dezenformasyon meselesi, 21. asırda geleneksel medyaların iş modellerini sarsan dijital platformların ortaya çıkması ile çok daha yaygın bir sorun haline geldi.
Aralarında Türkiye kökenli bilimadamı Sinan Aral’ın da bulunduğu bir diğer araştırmacı grubunun prestijli Science dergisinde 2018 yılında yayınladıkları bir araştırmaya göre, yalan haberler gerçek hikayelerden daha hızlı yayılmakla kalmayıp, aynı zamanda çok daha geniş bir erişime sahip oluyorlar . ABD’de 2019 yılında yapılan bir başka araştırmada, en fazla yaygınlık kazanan 100 yalan haberin toplam 159 milyon kere görüntülendiği ortaya çıkmış.
Üstelik en hızlı ve yaygın olarak yayılan yalan haber türü de siyasi haberler olarak tespit edilmiş. Reuters Gazetecilik Enstitüsü tarafından 2022 yılında birçok ülkede yapılan anketin sonuçlarına göre Türkiye’de toplumun % 62’si için çevrimiçi ortamda karşılaşılan yanlış ve yanıltıcı bilgi yaygın bir endişe olmaya devam ediyor . Toplum, en fazla yalan habere ise siyaset (% 53) ve sağlık/koronavirüs (% 46) alanında maruz kaldığını düşünüyor. Dezenformasyon ve yıkıcı etkileri ile mücadele etmek isteyen hükümetler bakımından temel mesele bir yandan dezenformasyonu engellemeye çalışırken diğer yandan da toplumların dezenformasyon karşısında daha dirençli olmalarını sağlayan çözümler üretmek olarak tanımlanabilir. Bu noktada da demokratik geleneği sahip ülkeler ile otoriter rejimler arasında bir yaklaşım farkı göze çarpıyor. Örneğin 2019 yılında çıkardığı “yalan haber” yasası ile Rusya, “güvenilir olmayan haber” yayınlayan dijital medya platformlarına erişimin durdurulması, bu nitelikteki haberleri yayan kişilere de idari cezalar verilmesinin yasal zeminin oluşturdu. Ukrayna savaşı sonrasında da yasayı revize ederek dezenformasyonu ceza yasası kapsamına almak suretiyle hapis cezası gibi ağır müeyyideler getirdi. Otoriter rejimler bakımından bir diğer örnek olan Çin ise daha 2016 yılında ülkenin ekonomik ve sosyal istikrarına zarar verecek şekilde yalan haber yapanlara ve bunları yayanlara hapis cezası öngören yasal düzenlemeler yapmıştı.
Yalan haber ve dezenformasyon ile mücadelede demokratik ülkeler tarafından benimsenen yaklaşım ise oldukça farklı. Bu ülkelerde dezenformasyon veya yalan haberin kaynaklarına cezai müeyyideler getirilmesi çok sınırlı ve aşırı (terör) vakalar için geçerli. Buna karşılık haberleri taşıyan platformlara yükümlükler getirilmesi tercihinde bulunulmuş. Örneğin Almanya’nın NetZ yasasında, platformların çok aleni biçimde yalan olan haberleri 24 saat içinde kaldırmaları yükümlülüğü var. Keza şikayet durumunda da bir haftalık süreleri mevcut. Bu yükümlülüğe uymadıkları takdirde ise idari para cezaları öngörülmüş. Erişim kısıtlaması gibi tedbirler yok. Fransa’da ise yalan haber ile ilgili müeyyideler yalnızca seçim dönemlerinde yürürlüğe giriyor. Zaten yapılan yasal değişiklik de seçim yasası ile ilgili. Seçimlere 3 ay kala başlayan bu kısıtlamalar doğrultusunda platformlara sorumluluklar getiriliyor. Benzer bir yaklaşım, dezenformasyon ile mücadele amacıyla Avrupa çapında kural koyucu rolünü üstlenen Avrupa Komisyonu bakımından da geçerli. Komisyon’un girişimleri sonucunda büyük dijital platformlar “Code of Practice on Disinformation” adını taşıyan ve bu alandaki öz denetim ilkelerini belirleyen bir mutabakat metnine taraf olmuşlardır. Ayrıca bu yıl içinde Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanan “Digital Services Act” ile dezenformasyon ile mücadele adına büyük dijital platformlara getirilen sorumluluklar bütün AB ülkeleri düzeyinde geçerlilik kazanmıştır. Komisyon bu sorumlulukların denetim merci ve gerekirse müeyyide merci haline gelmiştir.
Batı demokrasilerinde dezonformasyon ile mücadele amacıyla kamusal düzeyde alınan tedbirlerin bir diğer ayağını ise enformasyon eko-sisteminin güçlendirilmesi teşkil etmektedir. Bu çerçevede özellikle dijital okuryazarlığın güçlendirilmesi, “fact checker” olarak adlandırılan ve yalan haberleri tespit etmeye çalışan teyit kuruluşların desteklenmesi, medyada çoğulculuğun sağlanması ve ifade özgürlüğünün korunması gibi hedefler ön planda yer almaktadır. Mesela İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerde dijital okuryazarlık konusu çok önem atfedilen bir siyasi hedef haline getirilmiştir. Finlandiya’da medya okuryazarlığını geliştirilmesine yönelik müfredat oluşturulmuş, İsveç’te ise “dijital beceriler” teması Temmuz 2018’den bu yana okullarda zorunlu ders olarak verilmeye başlanmıştır.
Sonuç olarak bugün artık bilgi ekosistemini korumak için yeni kurallara ve mekanizmalara ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu bağlamda yasa koyucunun da bir tercihte bulunması gerekmektedir. Nitekim yalan haberle mücadelede de demokratik ülkeler ile otoriter sistemler arasında da belirgin bir ayrım oluşmuştur. Rusya veya bazı Arap monarşileri gibi otoriter sistemlerde yasalar, kamunun ön planda olduğu, zorlayıcı ve polisiye boyutu ağır basan, basın ve ifade özgürlüğüne zarar veren tedbirlere ağırlık verirken, demokratik ülkeler tam tersine devletin yol gösterici ilkesini esas alan ve özünde bu bilgi manipülasyonuna karşı vatandaşların, sivil toplumun, gazetecilerin, teyitçilerin ve platformların daha büyük sorumluluk taşıdığı çözümleri benimsemiştir. Demokrasilerin özündeki sosyal mukaveledeki güvenlik ve özgürlük dengesinin korunması için bu kritik tercihte bulunulmuştur. Ülkemizde de Ekim ayında TBMM’de görüşülmesi beklenen yalan haberle mücadele yasasına dair tartışmalar bağlamında bu genel çerçevenin hatırlanması faydalı olacaktır.